AİLE, ÂLEM, EL ÂLEM - img 2329 4

22-23 Mayıs’ta 26 ülkenin aileden sorumlu bakanları İstanbul’da “Uluslararası Aile Forumu”’nda toplandı. aile.gov.tr’de yayımlanan açıklama, “Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, 2025 Aile Yılı kapsamında aile yapısının güçlendirilmesine yönelik küresel iş birliğini artırmak amacıyla” diye başlayıp “Aile yapısını tehdit eden küresel sorunlara karşı” diye devam ediyor. Açıklamada “aile diplomasisi” kavramıyla küresel ataerkil kapitalist düzenin neferleri olarak, kendilerine biçtikleri rolü de apaçık ortaya koymuş oluyorlar.

Şimdi şöyle düşünelim; Türkiye’de bir şehirde, köyde, mahallede evinizdesiniz. Sokağınızda diğer evlerden de, komşu pencerelerden de sizin gibi dışarıya, hayata, ülkeye, âleme (dünyaya, şimdiki çağa) bakan kadınlar var. Elinizdeki çayınızı bile içecek keyif bırakmamışlar. Kimler, hangi işler bırakmamışsa artık peşinizi biliyorsunuz ki tüm kadınların da peşinde aynıları. Koca, baba, abi, eski eş, ev temizliği, çocuk bakımı, yaşlı bakımı, pazardan/marketten hiçbir şey alamama hâli, işsizlik ve savaş gerçeği vd. Derdiniz el âlemin “aile diplomasisi” mi olurdu?

Fakat işte, neredeyse tüm dünyada yönetimi elinde bulunduran burjuva iktidarların derdi bu! Giderek artan şekilde duyduğumuz -belki sizin de kullandığınız- “Artık haberlere bakmıyorum, canımı sıkıyor.” cümlesinin sebebi bu ataerkil kapitalist sömürü düzeni ve iktidarlar. Eğitim müfredatına “değerler eğitimi” koyup yıllardır hiçbir insani, etik değer bırakmayan iktidarlar işte bunlar. Hırsızlık, hukuksuzluk, cezasızlık, çetecilik başını alıp giderken hep bir kripto düşman uydurma hâli biz halka, ezilen kesimlere servis edilen şey oluyor. Boşanmak isteyen kadın düşman, hakkını arayan işçi düşman, maden talanına karşı çıkan köylü düşman, Kürtçe konuşan düşman, Aleviler düşman, LGBTİ+’lar düşman, köpek katliamının hesabını soranlar düşman… Sıraladıklarımdan en az bir “düşman” da siz oluyorsanız -ki mücadelenin aktif öznesi olmanıza gerek yok, desteklemeniz bile yetiyor- demek ki siz de savaşın bir parçasısınız.

Başka Dünyaların İnsanlarıyız

Evinizin penceresinden bakınca göremeyeceğiniz bir savaş bu. Marx ve Engels Komünist Manifesto’da tarihin ana motoru olarak tanımladıkları sınıflar mücadelesinde ezenlerle ezilenler arasındaki bitmeyen çelişkilerden bahseder. Manifesto’nun ilk sayfalarında bizim çağımızda birbirinin karşısına dikilen iki sınıfı-burjuvazi ve proletarya- “kah gizli kah açık kesintisiz bir mücadele yürüttüler” şeklinde ifade eder. Sınıflı toplumların belirlediği ve belirlendiği yukarıda da bahsettiğim toplumsal kesimlerin de hem mensup oldukları sınıfın özneleri hem de toplumsal hareketlerin parçaları olması sebebiyle aynı kesintisiz mücadeleyi gizli bir mücadele olarak yürüttüklerini ifade etmek istiyorum. Çünkü evinizin penceresinden bakınca göremeyeceğiniz bir savaş bu. İsrail’in Filistin’e uyguladığı soykırım gibi bir yok oluşu direkt göremiyorsunuz belki ama hem Filistin halkının hem de orada yok olan ailelerin de bir parçası olduğunuzu hissettiğiniz bir savaş bu. Çünkü Filistin’e bakınca Trump gibi deniz kenarında oteller, rengârenk sokaklar, eğlence mekanları görmüyoruz değil mi? Ya da varlığı sarsılmaya başlayan demokrasi pazarcısı AB ülkeleri gibi sahte gözyaşları ile “Ama yardım konvoylarımız engelleniyor.” demiyoruz. Ya da AKP’nin Uluslararası Aile Forumu’ndaki “etkileşimli sergi” başlığının bir parçası olmadığımızı da biliyoruz: “Tüm Mutlu Aileler Birbirine Benzer.”

İktidarlar; ataerkil kapitalist düzenin devamlılığını, giderek şiddetlenen, çeşitlenen savaşlardan ve sömürülerden sağlıyor. Toplumsal bir yapı olan aile ise;  hem sermayenin hem de erkek egemenliğinin iktidarını sürdürmesi ve yeniden üretmesi açısından tekrar temel bir yere oturtulmaya çalışılıyor. Sebebi ise burjuva modern aile biçiminin henüz -ve belli ki yakın gelecekte de- ortadan kaybolmayacağı. Üstelik bu yapı, bugün tüm dünyada yükselen sağcı, otoriter ve faşizan rejimlerin “özümüze dönüyoruz” söylemiyle yeniden dolaşıma soktuğu en işlevsel araçlardan biri haline gelmiş durumda.

Peki neden şimdi ve daha yüksek dozda “aile”?

Yüzyıllardır neredeyse her ulus devletinin en güçlü argümanlarından biri olan “yeni nesiller geleceğimizdir” söylemine günümüz göçler çağından sadece bir ulusun, ırkın devamlılığı açısından bakarsak herhâlde pek bir şey göremeyiz. Tek millet, tek ulus, tek din… Uluslararası Göç Örgütü (IOM)’nün yayınladığı 2024 Dünya Göç Raporu’na göre, dünyada 281 milyon göçmen bulunmakta. Çatışma, şiddet, doğal afet ve diğer nedenlerle yerinden edilen kişi sayısı ise 2024’te 117 milyonla tarihteki en yüksek seviyeye ulaştı (1).

Birinci paylaşım savaşıyla tarihin sayfasında daha da netleşmeye başlayan ulus devletler, kendi döneminde yöneten burjuva sınıfı için daha kullanışlı bir paradigma iken, şimdi ataerkil kapitalizmin girdiği kâr ve istikrar krizi açısından kullanışlılığını (bugünün ifadesiyle sürdürülebilirliğini) yeteri düzeyde karşılayamayacak durumda. 

Bu yüzden, neslin üretimine siyasal iktidarı elinde tutan ataerkil burjuva sınıfın çıkarı doğrultusunda ulusal, milli, manevi gibi kelimeler etrafında yaklaşılması “devlet sıfatıyla” sunulan bir “kolektif çıkar” (2)   yanılsaması olarak bizlere dayatıldı. Alman İdeolojisi’nde sınıflı toplumların başlangıcı olarak tanımladığı ve tarihsel, toplumsal ilişkiler bütünlüğü içinde incelediği aile kavramı da aynı aldatıcılığı ve yanılsamayı hem ataerkil hem de burjuva olması açısından içinde barındırır.

Marx ve Engels’in ilk(el) özel mülkiyet ilişkisinin geliştiği yer olarak tanımladıkları “aile”de yaşadığımız bu aldatıcılığı feminist politikanın özellikle “cinsiyetlendirilmiş iş bölümü, yeniden üretim ve toplumsal yeniden üretim” kavramlarına dair geliştirdiği perspektifle ifşa ettiği, müdahale ettiği, dönüştürdüğü ve gelecek perspektifi sunduğu bir yüzyıl geçirdik. 

İşte 21. yüzyılın ilk çeyreğini bitirdiğimiz bu günlerde, devletlerin ve devletleri elinde tutan iktidarların bile altlarından yer kayıyormuş gibi hissetmesinin sebepleri var. Ataerkil kapitalizmin krizler yaratarak ve bu krizlerden beslenerek sürebilmesinin sınırları var. 

Uluslararası Aile Forumu’nun ilk gününde, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş’ın konuşmasında “Tıpkı çevre, iklim ya da insan hakları gibi aile de artık küresel bir gündem maddesi olmalıdır.” sözünden de anlaşılacağı gibi çevre, iklim, insan hakları “krizleri” bu sistemin kendi duvarlarına çarptığı sınırlardır ve hayatımızı en çok etkileyen alanlardır. Bunları küresel gündem maddesi yapan bu kriz alanlarının coğrafi-politik etki alanlarından öte, tam da ataerkil kapitalist düzenin küresel olmasından kaynaklıdır.

Aileyi de bu kriz gündemleri içerisine hızla dahil etme çabaları çok boyutlu olsa da ataerkil burjuva sınıfın çıkarları doğrultusunda ucuz emek gücünün üretilmesi ve yeniden üretilmesine dair uzun vadeli hedefler bunların başını çekmekte.

Birleşmiş Milletler’in 2080 ve 2100 nüfus tahminlerinde ortaya çıkan tablo, hâlihazırda var olan ataerkil kapitalist iktidarların korkularını da ortaya koyuyor gibi: 2080’de dünya nüfusu 10,3 milyarı bulacak ve bu yüzyılın bitiminden önce beklenenden daha hızlı şekilde azalışa geçecek. Yüzyılın sonuna doğru daha fazla nüfusa sahip olacak ülkeler ise şu anki en yoksul ve en az gelişmiş diye adlandırılan ülkeler. 2024-2054 arasında Angola, Orta Afrika Cumhuriyeti, Kongo, Nijerya ve Somali en hızlı nüfus artışını yaşayarak nüfuslarını ikiye katlayacak. Brezilya, İran, Türkiye, Vietnam gibi ülkelerin de içinde bulunduğu 48 ülke 2024-2054 arasında nüfus artışında zirveyi görecek gibi görünüyor. 2100’de ise listenin başını yeniden Hindistan çekiyor ve arkasında sırasıyla Çin, Pakistan, Nijerya, Kongo ve ABD var (3).

Das Human Capital

Bu veriler ışığında, Uluslararası Aile Forumu’na katılan ülkelerin büyük çoğunluğunun ekonomik gelişmişlik ve üretim gücü kapasitelerine bakarsanız aile diplomasisi kurmaya ihtiyaçları olduğunu da görebilirsiniz. Çünkü yeni dünya düzeninde “Biz de varız!” diyebilmeleri için ellerinde daha güçlü üretici pek de başka bir şey yok. İnsan sermayesi (human capital) ise kapitalizmin ataerkiden aldığı destek ve güç sayesinde yatırım yapılması gereken yeni bir sektör olarak görülüyor.

Örneğin; Arjantin’de sağcı otoriter Miley yönetimi iş, istihdam, sosyal güvenlik, eğitim, kültür ve sosyal gelişim/destek gibi pek çok alanı içine alan The Ministry of Human Capital adıyla bir bakanlığı 2023’te kurdu. Kadın ibaresi bakanlıktan silindi. (Tıpkı Haziran 2011’de AKP’nin aileci politikalarıyla Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığının yerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını kurması gibi). Arjantinli feministler, bu bakanlığın kadınların özellikle ev ve bakım emeğinin kamusallaşmasına dair kazanımlarını geri almak için çalıştığını ve ekonomik şiddet aracı olarak karşı devrim niteliğinde kullanıldığını ifade ediyor.

Nisan 2025’te IMF ile 20 Milyar Dolar borç için anlaşan Miley hükümeti adına Deregülasyon ve Transformasyon Bakanı Federico Sturzenegger, IMF başkanı Kristalina Georgieva’ya seçim kampanyası sembolleri olan elektrikli testere rozetini hediye ediyor ve tabii ki Georgieva da seve seve takıyor. Zira işçilerin, kadınların, yerli halkların ortak çıkarına olan tüm yatırımları ve bakanlıkları keseceğine dair açık bir sembol bu testere.**

Adını koyalım: Aile Yılı Değil, Emek ve Beden Sömürüsü

23 Mayıs 2025’te Aile Forumu’nda konuşma yapan Erdoğan’ın açıklamasıyla Aile Yılı revize edildi ve ‘Aile ve nüfus on yılı’ ilanı gündemi başka bir boyuta taşımış oldu.Elbette biliyoruz hedef 2080, 2100! Ha bir de ne zaman gelecek diye beklediğimiz “kürtaj cinayettir” söylemi de geldi arkasından4. Sezaryen ya da vajinal doğum konusu da kürtaj da hem sermayenin hem de ataerkinin çıkarları doğrultusunda birbirleriyle uzlaşan fakat kadınlara savaş açan şekilde ilerliyor. İşte alın size bir tane daha düşman: kürtaj yapmak isteyen kadın! Skandal, el âlem ne der!***

Âlemin, el âlemin derdi, aile diplomasisi iken biz kadınlarının dertlerinin ve dünyalarının başka olduğundan bahsetmiştik. AKP’nin Sivasspor ve Fenerbahçe maçına gönderdiği, erkek futbolcuların eline tutuşturduğu “Doğal Olan Normal Doğum” pankartıyla gündemimize tekrar üst perdeden giren ve kendimizi bugün tekrar kürtaj gündeminde bulmamıza sebep olan bir çıkar/kâr sancısı bu. Kadın cinayetlerini önlemeye dair, ev ve bakım emeğinin toplumsallaşmasına ve ev içinde eşit iş bölüşümüne dair kafa yormayacakları bir politika!

Tek tek erkeklerin ve ataerkil toplumsal ilişkilerin nüfuz ettiği her alanda belirli çıkarlar her zaman var. Bu çıkarlar — soyun yeniden üretimi, ev içi ve bakım emeği, çocuk ve yaşlı bakımı gibi alanlarda — kadınların bedeni, emeği ve cinselliği üzerinde tahakküm kurarak sağlanıyor. Bu tahakküm ya doğrudan şiddet araçlarıyla ya da erkek egemen burjuva devletin ve onun ideolojik aygıtlarının (adalet, bilim, sanat vb.) işleyişiyle sürdürülüyor. Böylece patriyarkal kapitalist sistemin daha garantili ve sistematik sürdürülebilirliği hedefleniyor. 

Yeni bir konu mu? Hayır elbette. Ataerki için binlerce yıllık, kapitalizm için yüzlerce yıllık, AKP için de onlarca yıllık bir konu. 2025’in Aile Yılı ilan edilmesiyle artan bir doz olduğu aşikâr, fakat yöneten sınıfın tüm dünyada ataerkil kapitalist sınıf olması gerçekliği, biz ezilen işçi sınıfı kadınlarının bu konuya her iki sistemin birbirine güç veren yerlerini analiz etmesini zorunlu kılıyor.

OXFAM Küresel Eşitsizlik Raporu’na göre; kadınlar ve kız çocukları dünyada ücretsiz bakım işinin dörtte üçünden fazlasını üstleniyor ve ücretli bakım iş gücünün üçte ikisini oluşturuyor. Her gün 12,5 milyar saat ücretsiz bakım işi yapıyorlar. Asgari ücret üzerinden değerlendirildiğinde bu, küresel ekonomiye yılda en az 10,8 trilyon dolarlık bir katkı anlamına gelir ki bu da küresel teknoloji endüstrisinin boyutunun üç katından fazla oluyor.

Düşük gelirli ülkelerde kırsal kesimdeki kadınlar, günde yaklaşık 14 saatini ücretsiz bakım işlerinde geçiriyor. Dünya genelinde kadınların yüzde 42’si, tüm bakım işlerinden sorumlu oldukları için iş bulamıyor. Erkeklerde ise bu oran yalnızca yüzde 6. Dünyadaki 67 milyon ev işçisinin yüzde 80’ini kadınlar oluşturuyor; yüzde 90’ının sosyal güvencesi yok ve yarısından fazlasının haftalık çalışma saatleri için herhangi bir sınırlama yok.

Bu yüzden adını koyalım; aile yılı dedikleri şey, kadınların ev ve bakım emeği başta olmak üzere emek ve beden sömürüsü! Aile kavramının yerli ya da uluslararası olması fark etmiyor. Kadınları aileci politikalarla aile ve ev içerisine hapsetmeye çalışarak kadınların emeğine el koyuyorlar. İkincil ve değersiz kılınan bu karşılıksız emek sayesinde piyasada ucuza, güvencesiz, esnek çalışmamıza sebep oluyorlar. Tam da Uluslararası Aile Forumu’nda yer alan bir panel başlığı gibi “Son Derece Kârlı: Küresel Tehditlerin Bireylere, Ailelere ve Topluma Bedeli”. Her fırsatta manipüle etmeye çalışsalar da ataerkil kapitalist düzen için kârlı olduğu açıkça ortada.

Kutsal Aile Bir Yalan, Kadınlara Masallardan Kalan

2025’i “Aile Yılı” ilan ederek aslında pek çok şeyi normalleştirmeye çalışıyorlar: Son 12 yılda patronların öldürdükleri en az 750 çocuk işçiyi, erkek şiddeti sonucunda katledilen kadınların %80’nin aile içerisinde öldürüldüğünü, özellikle boşanan ya da boşanmak isteyen kadınların erkek devlet şiddeti ile terbiye edilmeye çalışılmasını, 10 milyon kadının ev ve bakım emeği yüzünden çalışma hayatında olmadığını, ASM’lerde önleyici ve koruyucu sağlık hizmetlerine ulaşamamamızı, şu an kulislerde dolaşan ve önümüzdeki günlerde gelmesi konuşulan af ile kadın cinayeti, taciz, tecavüz faillerinin salıverilmesini vd.

Ataerkil kapitalizmin, 13-15. yy’lar arasındaki ilksel birikim sürecinde aralarında binlerce ebe ve şifacı olan kadını cadı ilan ederek yakmasını kurcalayıp  kadınların emeğine, bedenine el koyarak nasıl ki erkek egemen tıp biliminin ortaya çıktığını ve tam da o zaman ortaya çıkan ilk nüfus sayımı politikalarının o günden bu zamana ne anlama geldiğini tarihe yazdıysak şimdi de 2025’te aynısını daha güçlü ve örgütlü bir şekilde yapıyoruz.

Çünkü biliyoruz ki, ne kadar ucuz emek gücüne ihtiyaçları olduğunu hesaplıyorlar. Ne kadar kadını erkek şiddetiyle ev, aile içine hapsedip doğum, bakım ne varsa tüm işleri kadınlara ücretsiz yaptırırız diyorlar. Erkek şiddeti işe yaramadı mı o zaman erkek devlet politikalarıyla yasa, yasak hepsini devreye sokalım diyorlar. Yoksa nasıl daha çok zenginleşecekler? Yoksa nasıl milyonlarca kadının “kadın, yaşam, özgürlük” isyanını bastırmaya çalışacaklar?

Yıllardır örgütlü kadın mücadelemiz sayesinde yapamadılar. Kadın, LGBTİ+ örgütlerine saldırmaları da tesadüf değil. Sosyalist feminist mücadelemizin hem ataerkiyi hem de kapitalizmi hedef alması karşısında yapamadılar. Çünkü ataerkil kapitalizmin yıllardır süren uzlaşısı karşısında biz sömürülen kadınların varoluş ve haklar mücadelesi de yüzyıllardır devam ediyor. Fakat ayrıca yeni bir dünya tahayyülünün de ancak bu mücadele sayesinde olacağını da bilerek devam ediyoruz. Aile Yılı ilanından hemen sonra birçok kadın örgütünün, feministlerin, LGBTİ+’ların ‘aile yılı değil, mücadele/direniş yılı’ gibi sloganları eş zamanlı söylemesi, mücadele reflekslerimizin diri ve cüretkar olduğunu gösteriyor. Fakat sistem karşısında daha güçlü bir direniş hattı ihtiyacı ve ortak iradeyi ortaya koyma görevi önümüzde duruyor. En son İstanbul Sözleşmesi’nden çekilinmesi karşısında tüm Türkiye’de ortaya koyduğumuz programatik birliğin ardından böylesi bir ivmeyi kazanabilmiş değiliz. Faşizmin kurumsallaşma hamleleri basıncı artırıyor. Önümüzdeki günlerde bir anayasa tartışması ile karşı karşıya kalacağız. Fakat giderek yerelden ve sokaktan daha çok çekilmeye başlayan örgütlenme pratikleri de kadın hareketinin tarihsel ve kendini var ettiği maddi zemin olarak bize bir şey söylüyor. Farklı yapıların aile analizleri, örgütlenme pratikleri ve örgütsel ihtiyaçları kendi gerçekliğini devam ettirmekle beraber dönemin gerçekliğinin kendini dayatması programatik birlikteliğin acil ihtiyacını ortaya koyuyor. İktidar kadın hareketini daha çok şiddet ve baskı araçları kullanarak massetme konusunda kararlı. Peki; Aile Yılı bu ablukayı yıkacağımız bir dönem olabilir mi? Kadınların, feministlerin kendini, yereli ve hareketi yeniden daha güçlü örgütleyeceği bir ivme nasıl yakalanabilir?

KAYNAKÇA

1 https://gocvakfi.org/birlesmis-milletler-2024-dunya-goc-raporunu-yayimladi/

2 Marx, K., Engels, F. (2013). Alman İdeolojisi (S. Belli, Çev). Ankara Sol Yayınları

3 https://gocvakfi.org/birlesmis-milletler-2024-dunya-goc-raporunu-yayimladi/

4 https://x.com/maturkce1/status/1925913270700957904?s=46

5 https://www.oxfam.org/en/not-all-gaps-are-created-equal-true-value-care-work

*Marx, K., Engels, F. (2013). Alman İdeolojisi (S. Belli, Çev). Ankara Sol Yayınları 57-58

**19 Mayıs 2025’te Otonom Yayınevinin Arjantinli feminist eylemci ve araştırmacı Veronica Gago ile düzenlediği yükselişte olan faşist eğilimlerin anti-feminizmi söyleşisinden aldığım notlardan derlenmiştir.

*** Uzun bir aradan sonra tekrar sahnelere dönen Şatonun Altında tiyatro oyuncularından Pınar Akkuzu’ya ve Gülden Arsal Yavuz’a sezaryen-vajinal doğuma dair iliştirdikleri “skandal” performans için kocaman sarılıyorum.


TR