Genç Kadın Sanatçılarla Özgür Sanat Üzerine



Genç Kadın Sanatçılarla Özgür Sanat Üzerine - WhatsApp Image 2025 05 09 at 10.54.52 scaled

Ekrem İmamoğlu’nun 19 Mart günü gözaltına alınması ve ardından tutuklanması üzerine üniversiteli gençlerin öncülüğünde Türkiye’nin birçok yerinde ve İstanbul’un birçok ilçesinde bu antidemokratik uygulamaya dair eylemler gerçekleşti, çeşitli biçimlerde gerçekleşmeye devam ediyor. Bu eylemlerden hemen sonra günlerce peş peşe şafak operasyonları düzenlenip üniversiteli gençlerin evleri basıldı, yüzlerce gözaltı oldu ve 301 genç tutuklandı. (Söyleşiyi yaptığımız sırada 48 kişinin tutukluluğu devam ediyor.)

Meselenin sadece Ekrem İmamoğlu olmadığını söylemeye artık gerek bile yok, mesele AKP iktidarının yıllardır kurumsallaştırmaya çalıştığı faşizmi tırmandırmasıdır, mesele meydanlarda da çokça dile getirildiği gibi adalettir, hukuktur, demokrasidir, özgür yarınlardır. Biz gençler gözümüzü AKP iktidarıyla açtık ve yıllar içerisinde nitelikli eğitim hakkından kadın haklarına, işçi haklarından LGBTİ+ haklarına birçok alanda hak gasplarına maruz bırakılarak günden güne derinleşen ekonomik krize, yoksulluğa sürüklendik. 

Bizden bir önceki nesillerin rahatlıkla gerçekleştirdiği üniversitedeki festivallerimiz elimizden alındı, ekonomik krizle birlikte sosyalleşme alanlarımızdan mahrum bırakıldık. Bir kahve içmenin, arkadaşlarımızla dışarıda bir yemek yemenin bile hesabını yapar olduk. Sinemaya, tiyatroya, konsere gitmek bu krizin içerisinde ancak bir lüks oldu, en temel ihtiyaçlarımızı bile karşılamakta zorlanır bir hâle geldik.

Hatırlayalım bundan yaklaşık 3-4 yıl önce gençler yine barınma krizi üzerine eylemler gerçekleştirmişti, parklarda yatmış ve yetersiz yurtlar, fahiş ev kiraları yüzünden barınamadıklarını dile getirmişlerdi. Bugün de durum farklı değil, yıllar geçiyor, çözülme niyeti taşınmayan her kriz de günden güne derinleşiyor. Bunun karşılığında ise gençlerin bu karanlık sömürü düzenine biat etmesi, alışması bekleniyor. 

Art arda yapılan hukuksuzluklarla ve yasaklamalarla gençleri, halkı adeta şoklamaya çalışıyorlar. Ama gençlik, tarih içerisinde birçok dönemde olduğu gibi bugünümüze de öncülük ediyor ve ona dayatılan bu geleceksizliği kabul etmiyor. 

Yine gençlik hareketinin öncülüğünde 2 Nisan Çarşamba günü için ekonomik boykot çağrıları yapıldı. Bu çağrı, halkın birçok kesiminden, kadınlardan, lubunyalardan, işçilerden ve tabii sanatçılardan karşılık buldu ve yayıldı. Oyuncu Aybüke Pusat TRT’deki Teşkilat dizisinden boykot çağrısına destek verdiği için çıkarıldı. Hemen ardından ona destek veren Boran Kuzum, Furkan Andıç ve Başak Gümülcinelioğlu da bulundukları TRT yapımı dizilerden çıkarıldı ve Oyuncular Sendikası yönetim kurulu üyesi Cem Yiğit Üzümoğlu gözaltına alındı. Bu gözaltı ve işten çıkarmalar, sanatçılar arasında da ses getirdi ve birçok sanatçı meslektaşlarının yanında olduklarına dair paylaşımlar yaptı. Yaşananlar AKP iktidarının bir kez daha sanata, sanatçıya ve düşünce özgürlüğüne verdiği değeri gözler önüne serdi. 

Gençliğin yıktığı korku duvarı, sanat camiasında da karşılığını buldu, daha fazla sanatçı sürece dair tepkilerini dile getirmeye başladı. Böyle bir dönemde 1 Mayıs’a gittik, iktidar tabii ki hazırlıklarını yapmakta ve elinde kalan tek şeyi kullanmakta gecikmedi: Baskı aygıtları. Meşru zeminini kaybeden her iktidar gibi, başı her sıkıştığında şiddet ve baskıya yönelen AKP, şiddet mekanizmalarını kullandı ve 1 Mayıs İşçi Bayramımızdan önce bizlere gözdağı vermek için 29-30 Nisan soruşturmalarında onlarca arkadaşımız gözaltına alındı, bazıları tutuklandı. Onlara en iyi cevabı 1 Mayıs günü alanları dolduran halk ve “Bir adım dahi geri atmayacağız!” diyerek Taksim iradesi gösteren gençler verdi. Bu irade tabii ki iktidarın gözaltı emrini vermesiyle sonuçlandı ve 419 kişi taksim yolunda polis şiddetiyle gözaltına alındı. Ama akıllarda başka bir ihtimalin kapılarını aralayan gençlerin gözaltı araçlarındaki gülümseyen yüzleri kaldı.

Mor Dayanışma Kültür Sanat Komisyonu olarak biz de böylesi bir dönemde genç kadın sanatçıların ne düşündüklerini merak ettik, tiyatro bölümü son sınıf öğrencileri Mısra Athena Özkan ve Yağmur Arıkan ile bir araya gelerek mevcut siyasi atmosferi değerlendirdik.

Merhaba, öncelikle sizi tanımak isteriz, bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

Merhaba ben Athena, 29 yaşındayım, tiyatro bölümü son sınıf öğrencisiyim mezun olmak üzereyim. Özel bir tiyatroda çalışıyorum aynı zamanda. 

Merhaba ben de Yağmur, 21 yaşındayım tiyatro bölümünde son sınıf öğrencisiyim ve bağımsız bir tiyatroda çalışıyorum.

Genç Kadın Sanatçılarla Özgür Sanat Üzerine - AD 4nXdpxNLf9q5RAadTz7T1xQQQ5VnhxVrA POBJ gyOYHs8lEU4D1Mqs89 Q4nrkd peIo3uJvkH n8t0dabZKzcxptsgIq7h

19 Mart’ın öncesinde de yasaklanan ya da kısıtlanan diziler, oyunlar gündemimizdeydi. Sansür başlıca tartışma konularımız halini çoktan almıştı ve bu doğrultuda özgür sanat üretiminin koşulları hakkında da sohbetler ediyorduk. Sizce özgür sanat üretiminin koşulları neler ve biz AKP iktidarı tarafından nasıl engellemelerle karşı karşıya kaldık/kalıyoruz? 

Athena: En başta özgür düşünce ortamı ve bu özgür düşünceyi üretime çevirebilecek maddi olanaklar gerekli. Zaten bu ikisi birbiriyle çok ortak giden şeyler. Mesela Devlet Tiyatrosu’nun aldığı ödenekle bağımsız tiyatroların özel tiyatroların bütçeleri hiçbir zaman eşit olmadı. Eşit olmasını geçtim devlet, pandemi döneminde bağımsız tiyatrolara yaptığı kısıtlı yardımlarla bile ödeneksiz tiyatroların maddi sıkıntılarına çözüm olmadı. Zaten bu yardımları da çok az tiyatro alabildi. Hâliyle bu durum pandemi sonrası sanat üretiminin, özellikle tiyatro üretiminin zorlaşmasına ve nihayetinde birçok bağımsız sahnenin kapılarını kapanmasına yol açtı. 

Yağmur:  Zaten zor ekonomik şartlarda üretim yapmaya çalışan bağımsız tiyatrolar aynı zamanda sosyal direnç ve sansürle karşı karşıya kalabiliyorlar. Örneğin bir festival kapsamında bir belediyede oyun oynarken bile belediyeye ya da herhangi bir devlet kurumuna oynanan oyunun metnini atma zorunluluğumuz var. 

Athena:  Tiyatroların kendi sahneleri dışında belediyeye ya da herhangi bir kuruluşa ait yerlerde gösterim yapmak istediğinde okuma metinlerini göndermeleri zorunlu ve o metinler bu kurumlar tarafından inceleniyor. İnceleme sonucunda ya reddediliyor ya kabul ediliyor. Bu noktada bu kurumların ve belediyelerin oyunu kabul ederken ve reddederken dikkat ettikleri şeyleri anlamak güç, çünkü muhalif belediyelerde dahi içeriğin politik açıdan temsilinin sıkıntılı olduğuna dair dönüşler alınabiliyor.

Yağmur:  Geçtiğimiz dönemde çalıştığım bağımsız tiyatroyla birlikte Artvin’de katıldığımız bir tiyatro festivalinde yaşadığımız bir olayı anlatmak istiyorum. Kaymakamlık tarafından festival kapsamındaki tüm oyun ve atölyeler hakkında “uygunsuz” bulunduğuna dair bir yazı gönderildi tarafımıza. Bu yazıyla okullarda yapılacak olan atölyeler ve oynanacak tüm çocuk ve gençlik oyunları tamamen yasaklandı. Uygulanan sansürden kaynaklı iki bine yakın çocuk ve genç okullarda ve özellikle ulaşılması zor olan köylerde tiyatroyla ilk defa karşılaşma imkânından mahrum edildi. Verilen kararın arka planında bir ekip arkadaşımızın politik duruşundan rahatsız olunduğunu daha sonra öğrendik.

Athena:  Başka bir örnek de ben vermek isterim. Geçen sene okulumuzun üçüncü sınıf oyunumuzun prömiyerinde bir sahnede belli bir grubun oyunu terk ettiğini gördük. Oyunumuz William Shakespeare’in Venedik Taciri oyunuydu ve belediye tiyatrosunun düzenlediği üniversitelilerin ve amatör tiyatrocuların yer aldığı bir şenlik kapsamında oynamıştık. “Dinimizle dalga geçiliyor.” gibi yanlış ve tehlikeli bir suçlamayla salonu terk etmiş bu grup. Bunun münferit bir olay olduğunu ve seyircinin asıl vermek istediğimiz mesajı anlamadığını düşünerek çok fazla üzerinde durmadık. Ancak oyunumuzun son dört temsili kalmışken okulumuzun rektörlüğüne polis tarafından gelen tehdit edildiğimiz haberi nedeniyle, son gösterimlerimizi tedirgin ve daha kapalı şekilde oynadık. Gelen seyircilerin her birinin isminin ve kimliğinin net olarak ibraz edilmesi gerekti. Çünkü sahnede olan bizlerin yani oyuncuların güvenlikleri konusunda bir endişe bir tehlike vardı.

Oyunun baş kahramanı Yahudi Shylock karakteri üzerinden ötekilik kavramını tartıştığımız ve belli bir inancı, toplumsal sınıfı, cinsiyeti ya da ideolojiyi yüceltmek veya taraf olmaksızın toplumun genelinde öteki olma hâli üzerine bir tartışma açtığımız oyunumuz, kendilerini antisemitistler olarak adlandıran bir grup tarafından basılma tehdidi yaşadı. Temelde anlatmak istediklerimizin böyle yanlış anlaşılması ya da anlaşılmaya bile gerek görülmeyip oynadığımız oyunun sadece konusu üzerinden yargıya varıldı. Henüz meslek hayatının başında olan ve oyununu kendi okul sınırları içinde performe eden öğrenciler olarak bir telefonla tehdit edilmiş olduk.  

Zorunlu projemizde bile otosansür mekanizmasını arka planda işletmek zorunda kaldık

Yağmur:  Daha profesyonel yaşama geçemeden okulumuzda oynadığımız zorunlu projemizde bile otosansür mekanizmasını arka planda işletmek zorunda kaldık. Aslında hiçbir kamusal alanda gösterimini yapmadığımız, herhangi bir maddi getirisi olmayan oyunumuzda bunları yaşamışken profesyonel yaşantımızda ne gibi zorluklarla yaşayacağımızı düşünmek bizi o dönemde çok demoralize etmişti. Özellikle ekonomik kaygılar güttüğümüz bir oyunda bu otosansürü kendimize uygulamamız kaçınılmaz mı olacak diye düşündük.  

Zaten geçim kaygısı had safhada olan bağımsız ve ödeneksiz tiyatroların hepsi şu an DT’nin vermiş olduğu bilet fiyatlarına zam kararından dolayı şaşkın. Çünkü bilet satmakta halihazırda zorlanan ödeneksiz ve bağımsız tiyatrolar seyirci bulabilmek için ücretlerini en asgari oranlarda tutabildiği ve bu bilet ücretleriyle sahnelerin kendilerini varlıklarını idame ettirmesi güçken devletten ödenek alan Devlet Tiyatrosu’nun bir de gişe üzerinden para kazanma yoluna gitmesi seyircinin tiyatroya ulaşmasını çok daha fazla zorlaştıracak. Bağımsız tiyatrolar içinse değişen bir şey yok. Yine salonlar boş yine ödenek yok.

Genç Kadın Sanatçılarla Özgür Sanat Üzerine - AD 4nXc66IX7CI2mhjJwm6KwtvzWsQvMvInRpnQuWiGouD9t80xgxN8xbGP5 e3UdQeeS6Wwej ssqeCTF

Sanat özgürleşene kadar ateşi büyütmeye devam edeceğiz!

19 Mart Darbesi’nden sonra, sosyal medyada da çokça yayılan “Sanatçıymış Konuşamazmış, Konuşacak!” dövizlerinizle alanlarda olduğunuzu gördük. Ayrıca “Konuşamayan sanatçı olamaz, bir sanatçıyı var eden mücadelesidir.” söylemleri de çokça yayıldı ve sessiz kalan sanatçılar da eleştirildi. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce sanatçı toplumsal meselelerden ne kadar uzak kalabilir, “sessizlik” size ne hissettiriyor/düşündürüyor? Siz nasıl bir motivasyonla sokaktasınız?

Yağmur: Sanatın doğalında bir tepki hali olduğunu düşünüyorum. Yaşama, yaşamın hâline bir eleştiri yöntemi, bir fikir beyanı bence. Sanat da fikrin nasıl yapıldığıyla ilgili. Bu yüzden fikirsiz sanatçı olamaz. Sesimizi çıkardığımız performans alanlarımız her geçen gün elimizden alınmaya çalışılıyor ve türlü sansüre maruz kalıyoruz. Baskı kültürüne karşı sanat dayanışmasını güçlendirmeliyiz. Bu noktada sanatçı da konuşacak.

Ben “oyuncu işçidir” demek için, özgür bir yaşam ve özgür bir sanat üretimi için sokaktayım. Sansürlere rağmen sanat özgürleşene kadar ateşi büyütmeye devam edeceğiz!

“siyaset yapma” sözü aslında sanatçıdan da öte kişinin ifade özgürlüğünü kısıtlayan bir ifade

Athena: Ben sanatın ve sanatçının varoluşu gereği muhalif olduğunu düşünüyorum ya da en azından olması gerektiğini diyeyim. Çünkü sanat özünde yaşadığımız dünyaya bir söz söylemeyi, bir perspektif sunmayı amaçlar. Sanatın eylemcisi de insan, yani sanatçı olduğuna göre aslında sanatçının da bu dünyaya bu ülkeye ve bu topluma söylemesi gereken bir söz olmalıdır. Sanatçılara ülkemizde çokça söylenilen “siyaset yapma” sözü aslında sanatçıdan da öte kişinin ifade özgürlüğünü kısıtlayan bir ifade. 

Aynı zamanda sanatın muhalif, eğitici, dönüştürücü ve eğlendirici özelliklerinde sadece eğlendirici olana indirgemek esasında. Bu ülkede yaşayan her yurttaş her birey gibi sanatçının da sözünü söyleme hakkı var. Ancak sanatçılar ya da ekran yüzleri, popüler kişiler, halkın gözü önünde olan figürler oldukları için onların sözünün etki alanı daha fazla ve haliyle konuştukları her şey büyük kitlelerin merceği altında. İzlediğimiz diziler filmler dinlediğimiz şarkılar gittiğimiz konserler izlediğimiz tiyatro oyunları dans gösterileri vs. sanatta ve üretimde karşılaştığımız her alan, bizim hayatla da kurduğumuz bağı güçlendiren olmazsa olmazlar. Bu nedenle hayatımızın bu kadar içinde olan kişilerin fikirleri ve duruşları da sanatın alıcısı olan bizler için merak konusu oluyor. 

Ben de açıkçası merak ediyorum çok sevdiğim bir şarkıcının gündemle ilgili düşüncesi yorumu ne, sevdiğim örnek aldığım bir oyuncunun görüşü nedir bu konuyla ilgili. Çünkü zaten 19 Mart’tan itibaren yaşanan eylemler, söylemekte zorlandığımız fikirleri paylaştığımız ne kadar fazla insan olduğunu bize gösterdi ve bu bize bireysel olarak da cesaret verdi. Çünkü yalnız olmadığını bilmek, insana kendini güvende hissettiriyor ve sanatçı da kendi kitlesini bu yalnızlık hissine terk etmektense aynı şeyi gördüğünü, yaşadığını ve bununla alakalı bir kelamı olduğunu bildirmekle kitlesine karşı bir sorumluluk içinde. 

Elbette ifade özgürlüğü çerçevesinde baktığımızda herkesin konuşma gibi sessiz kalma hakkı da mevcut. Ancak birkaç hafta önce bir internet sitesinden aldığı bilmem kaç yüz bin liralık lambanın kırık gelmesiyle alakalı sosyal medyada çokça kelam eden ve Türkiye’de en çok tanınan kişilerden olan bir ünlünün gündeme dair hiçbir kelam etmemesi ve bununla ilgili yapılan yorumlara da oldukça ukala ve had bildirir şekilde cevap vermesi ister istemez hayal kırıklığı yaratıyor. Öte yandan sosyal medyada fikirlerini beyan eden ve boykot çağrılarına katılan ünlülerin de devlet tarafından finanse edilen kanallardan banlanması ve işlerine son verilmesi de hükümet tarafından sanatçının konuşmamasının istendiğini bize gösteriyor. 

Açıkçası ben sanatçının toplumun bir yansıması olduğunu düşünüyorum ve birçok konuda sessiz kalmaması, doğru olduğunu düşündüğü şeyler konusunda güçlü bir duruş göstermesi gerektiğini düşünüyorum. Bu güçlü duruştan kastımız illâki kanaat önderi olmak değil, zaten kimse kimseden bunu bekleyemez. Kaldı ki bunu, seçtiğimiz milletvekillerinden bile göremezken sanatçıdan niye bekleyelim? Gündemin konuşulması, devamlılığın sağlanması da bunların içinde ancak tabii ki bahsettiğimiz kişiler göz önünde olan insanlar olduğu için halk tarafından görünür olan bir tepki gösterilmesi de burada önemli bir nokta. Yüz binlerce genç hayatlarında ilk defa sokağa çıkıp bir şeyi protesto etme haklarını kullandı meydanlarda. Sokağın sesi en güçlüsü ama sokaktaki kişinin arkasında duran birilerinin olduğunu bilmesi ayrıca bir moral unsuru. Bu yüzden milyonlarca takipçisine “ben de yanınızdayım, bu haksızlığın karşısındayım” demek sanatçının görevi bence. Çok mu keskin oldu bilemiyorum (gülüyor) ama ben de sevdiğim birçok sanatçıyla ilgili hayal kırıklığına uğradım süreçte. Unfollowlar havada uçtu… 

Benim sokakta olma motivasyonumu sağlayan şey, en başta kalabalıktan aldığım cesaret diyebilirim.

Örgütlenme çağrılarının her alanda sıkça yapıldığı bir dönemdeyiz. Sizin için örgütlülük ne ifade ediyor? Örgütlenmeye neden ihtiyaç var?

Yağmur: Dayanışmanın dönüştürücü bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Alanı bir arada oluşturmak, her eklenenle alanın dönüşmesi büyülüyor beni. Ortak sese dönüşüp büyümek, yan yana durmak baskılara karşı direncimi arttırıyor.

19 Mart Saraçhane eylemlerinde örgütlü ve sistemli bir şekilde alanda olmanın önemli olduğuyla karşılaştım. Ortak bir mücadelede bir araya geldi bir sürü insan. Alanda sonradan artan cinsiyetçi sloganlar güvensiz hissetmeme neden oldu. İlerleyen saatlerde polis şiddetinin artmasıyla plansız hareket eden kalabalık da başka tehlikeler oluşturuyordu bence. Örgütlenmek bu savrukluğu da dönüştürecektir.

Haklı olduğunu bilmenin verdiği güç, örgütlülüğün cesaretiyle birleştiği için

Athena: Okuduğum üniversitenin öğrenci profilinin herhangi bir politik bilinç ya da hassasiyete sahip olmadığını düşündüm dört yıl boyunca ve yaşadığımız süreçte nasıl bir yanılgı içinde olduğumu gördüm. Çok da mutlu oldum. Haklı olduğunu bilmenin verdiği güç, örgütlülüğün cesaretiyle birleştiği için binlerce insan sokağa çıktı ve sesini çıkarabildi. CHP yıllardır kendisinden isteneni hayli geç kalmış da olsa yaptı ve insanları sokağa çağırdı. Süreci ne kadar iyi yönetebildikleri tartışılır, ancak ülkenin ana muhalefet partisinin sokaktaki hareket için çağrı yapması eylemlerimizi kamuoyunun gözünde daha haklı ve daha legal bir zemine oturttu diye düşünüyorum. 

Çünkü yıllardır hak arayışıyla sokağa çıkan insanlar iktidarın hedef göstermeleri ve yandaş medyanın söylemleri yüzünden illegalize edildi. Sokakta kadın hareketi dışında hiçbir örgütlü mücadele göremiyoruz yıllardır. Ama 19 Mart darbesiyle birlikte Gezi’den beri bu kadar yüksek katılımlı kitlesel eylemlere tanık olduk. Örgütlenme çağrıları karşılık buldu. Bu önemliydi çünkü insanlar artık korku bariyerini aştı. Anayasal haklarını öğrendi. Polisin anayasal hakkını kullanan kişileri işkenceyle ters kelepçe yaparak gözaltına almasının yasal olmadığını biliyor artık herkes. Gönüllü avukatlar sürekli iş başında. İçeri alınanlar mektuplar yazıp mücadeleye devam etmemiz için bize güç veriyor. Boykot başarıya ulaştı, iktidar bizi tam tersine inandırmak istese de. İşte bunların hepsi örgütlü mücadeleyle mümkün oluyor. Yağmur’la aramızda bir şaka vardır, beni soğuk havada örgütleyemiyoruz diye. Soğuktan hiç hazzetmem çünkü. Ben bile içime kat kat giyinip örgütlendim geldim daha ne olsun diyorum. (gülüyor) Şimdi havalar da ısındı hem artık onlar düşünsün.

Biz belki Gezi sürecinde daha küçüktük ama çokça duyduk, dinledik, okuduk, belki bir yerinden dahil olduk. 12 yıl sonra en kitlesel sokak eylemlerinin gerçekleştiği böylesi bir döneme tanıklık ediyor olmak sizin için ne ifade ediyor?

Yağmur: Gezide 10 yaşındaydım. O zamanlar İstanbul’a küçük bir şehirden taşınmıştık. Gezi sürecinin son zamanlarına şahit oldum sokaklarda. O zaman Yoğurtçu Parkı’nda mor flamalı kadınların çemberlerini hatırlıyorum. Hep o çembere giderdim, utangaç bir çocuk olduğumdan çok ses çıkarmaz dururdum. Herkesin sokakta olması etkilemişti beni. Yoğurtçu Parkı’nı mücadelesiyle tanıdım. Her akşam tanımadığım yetişkinlerle çocuklarla oyun oynardık. Her gün görüştüğüm arkadaşlarım oldu. Kalabalık heyecanlandırıyordu beni. Umut veriyordu. Saraçhane’ye ilk gittiğim gün aynı umudu hissettim. Kalabalık yine heyecanlandırdı beni. Çocukken öznesi olduğum sürecin bir başkasını yaşıyordum. Hatta o gün Athena ile birlikteydik Gezi süreçlerimizi paylaştık birbirimizle. Onunla konuşurken fark ettim ki artık o mor flamalı kadınlardan biriydim.

İktidar hâlâ onurlu bir mücadeleyi kriminalize ediyor

Athena: Gezi döneminde ben lise son sınıftaydım ve üniversite sınavlarına hazırlanıyordum. Yani hayatımda yeni bir dönem başlamak üzereydi. Kendimi çok sıkışmış hissediyordum birçok konuda. Gezi eylemleri kişisel tarihimde bir rönesanstır diyebilirim o yüzden. O güne kadar böylesine büyük kitlesel eylemlere bizzat tanıklık etmemiştim. Sadece ben de değil okuldaki, dershanedeki arkadaşlarım hepimiz o kadar şaşkın ve mutluyduk ki ne derslerde durabiliyorduk ne de başka bir şey konuşabiliyorduk. Sabahlara kadar internetten gelişmeleri takip ediyordum, özellikle facebook’tan. (gülüyor) 

Gezi, şehitlerini vermeye başlayınca hissettiğim acıyı ve öfkeyi unutamam, geceleri ağlamaktan uyuyamadığım zamanları da. Yediğim ilk biber gazının boğazımdaki tadını da elbette. Öleceğim sanmıştım. Buna rağmen çok umutlu hissettiğimi de hatırlıyorum. Evet hayat başlıyor ve belli ki herkes için yeni bir sayfa ve umutlarla beraber diye düşünmüştüm. Ne yazık ki sonunda öyle olmadı. Topçu Kışlası yapılamadı evet, iktidar sert politikalarından taviz vermek zorunda kaldı evet ama geçen yıllar boyunca hem Gezi’nin hem de sokakta çıkan her sesin bedelini yine misliyle ödetti yurttaşlara. 

Yine yıllar içinde Gezi’yi karalayan, verilen mücadeleyi itibarsızlaştırmak isteyenler oldu. İnsanlar hâlâ var olmayan, uydurulmuş suçlar nedeniyle içeride, yıllardır ülkesine giremeyen sanatçılar var. 12 yıl sonra bizim sektörde çok büyük tartışmaları da tetikleyen Ayşe Barım’ın içeri alınması da bunların son ayağı. İktidar hâlâ onurlu bir mücadeleyi kriminalize ediyor gözümüzün önünde ve aklımızla dalga geçerek. 

Gezi benim hatıralarımda bize ücretsiz sandviç dağıtan ama peynirleri bittiği için sadece domatesle servis etmekten mahcup olup özür dileyen genç kızla oğlanın yüzlerindeki o tertemiz bakışla, gönüllü doktorların hastanelerindeki mesainin bitiminde yaralıları tedavi etmek için Gezi Parkı’na alkışlar eşliğinde akın akın girdikleri o büyülü atmosferle, birbirinin yoldaşı olan düşeni kaldıran, çadırını açan, her konuda dayanışan o güzel insanlarla yaşıyor. Kimsenin de gücü yetmez bunu lekelemeye. Gezi zamanı umut ettiklerimiz gerçekleşemese de 12 yıl sonra Türkiye’de böylesine büyük kitlesel eylemlerin tekrar olması beni Gezi günlerine götürdü elbette. Evet dedim yeniden yaşanıyor her şey. Belki bu kez muradımıza ereceğiz.

Mücadele sokakta bizimle büyüyor

Peki biraz “Gezi”den, biraz umuttan ve muradımızdan bahsedip hafızamızı tazelemişken merak ettiğim bir soruyu sormadan geçmeyeyim. Son yıllarda kaybettiğimiz iddia edilen ve son süreçteki eylemlerle tekrar canlandığı söylenen “umut” kavramının sizin için  bugünkü karşılığı nedir? 

Athena: Umut etmek kadar insanı iyi hissettiren bir şey var mıdır acaba. Sadece kendin için de değil koca bir halk için bir ülke için ve onlarla birlikte aynı güzel geleceği istemek umut etmek ne kadar paha biçilemez bir şey! Bence bu süreç bize yeniden umut edebilme cesaretimizi geri verdi. Gezi’den sonra yıllar içinde daha da kaybettiğim bir histi bu. Şimdiyse günlük hayatımın arka planında dönen bir film gibi güzel duygular. Bir kez daha benden, bizden alınmasını istemiyorum bu mutluluğun.  

Yağmur: Ben umudum olduğu için sokaktayım. Sokak bana umudu hatırlatıyor. Mücadele sokakta bizimle büyüyor. 

Future is now (Gelecek şimdidir.)

Söyleşimizin sonuna yaklaşırken genç kadın sanatçılar olarak nasıl bir gelecek tahayyül ettiğinizi sormak istiyorum…

Yağmur: Sesimizden korkup baskılayanlara karşı sanat dayanışmamızı büyüttüğümüz özgür sanat alanları oluşturabildiğimiz bir gelecek tahayyül ediyorum.

Athena: Gelecek çok belirsiz ve uzak göründüğü gibi aslında şimdiyi de ekseriyetle kapsıyor bence. Future is now (Gelecek şimdidir.) bir noktada. Her şey bi anda düzelmeyecek, iyileşmeyecek ama bu bir süreç ve geleceği hep birlikte yaratacağız. Tahayyül ettiğim gelecek herkes için eşit ve adil bir gelecek. Onurlu bir şekilde ve insanca yaşanabilen hayatlar. Sanatın ve sanatçının otonomluğu.

Bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Güneşli günlerde görüşmek dileğiyle. Direnç ve dayanışmayla kalın.


TR