Normal Olan Bizim Kararımız



Normal Olan Bizim Kararımız - WhatsApp Image 2025 05 06 at 15.27.20

Yıllar ve yüzyıllar devirdik ve başkaca bir devinimin içinde yol alıyoruz ama hâlâ bir grup erkek ve erkek aklı kadınlarla ilgili konuşuyor, yargılıyor, kanaat getiriyor ve karar alıyor.

Birer birer ve hep birlikte soruyoruz: Siz kimsiniz? Bu ne cüret!

Şu soruyu tekrar tekrar sorarak devam edeceğiz: Herhangi bir erkek, ebeveyn olmak istediğinde bu onun hayatını etkiliyor mu ya da hayatını riske atıyor mu?

Koca bir hayır…

Peki öyleyse, gebeliğinizin veya doğumunuzun nasıl gerçekleşeceğine erkekler nasıl olur da karar verebilir?

Günler önce erkekliğe atfedilen bir spor meydanında 11 erkeğin elinde “Doğal Olan Normal Doğum” pankartı taşıdığını gördük. Bu ilk değil, daha önce de yapıldı. Hatta sağlık bakanına buna yönelik itirazlar, karşı çıkışlar iletildiğinde bakan bey aymazca şu cevabı veriyor: Kadınlar da maça geliyor. Evet, kadınlar da maça geliyor, hatta kadınların da top koşturduğu takımlar var. Erkek futbol maçında kadınların nasıl doğuracağını konuşmak çok isabetli bir yaklaşım gerçekten. Sonuçta biz kadınlar ne zaman çocuk doğurmak istesek maç izleriz değil mi(!)

Bu tesadüf ya da düşünülmemiş bir hamle değil, hatta gayet sinsi bir erkek aklı ile planlanmış. Zira erkek devlet bize alenen, her yerde efendilik taslıyor, ama unuttukları bir şey var: Kadınlar düşmanlarını tanıyor! 11 erkeğe, kendi yaşamlarımızı ve bedenlerimizi ilgilendiren bir sözün taşıtılmasının ne demek olduğunu gayet iyi biliyoruz. 

Bu saldırı furyası bununla da bitmiyor, hemen yeni bir yönetmelikle tıp merkezlerinde sezaryen yasaklanıyor. Yönetmeliğe baktığımızda, öncekine göre vajinal doğum ve sezaryen uygulamasında bir farklılık olduğunu görüyoruz. Resmi Gazete’de “19 Nisan Cumartesi günü yayınlanan Sağlık Bakanlığının Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelik ile doğum ünitesi olmayan tıp merkezlerinde planlı sezaryen yapılamayacak.” ifadesi yer alıyor. Yeni yönetmelikte, vajinal doğum yaptırabilmek için doğum ünitesi açma yetkisi alabilmek için ameliyathane bulunması koşulu getirilmiş. 

Buradan bakılınca gayet makul görünüyor, makulden kastımız da şudur; vajinal doğum esnasında herhangi bir komplikasyona karşı ameliyathane seçeneğinin hazırda bulunması. Böyle bir yorum yapabildiğimiz için makul diyoruz. Fakat aynı zamanda bu yönetmelik büyük sermayedarların aksine küçük tıp merkezlerini hedef alıyor da diyebiliriz. 

Zaten olması, uygulanması gereken  bir yönetmeliği, bedenlerimiz üzerinde tahakkküm kurarak kamuoyuyla paylaşmak akıllara başkaca şeyler de getiriyor; mesela, bir sonraki hamle kürtaj yasağı mı olacak? Ya da halihazırda zaten zor ulaşılan kürtaj yapabilen sağlık kurum ve kuruluşların sayısı daha da azaltılacak mı?

Bu soruları aklımızın bir köşesinde tutarken sezaryeni, vajinal doğumu ve neyin kime göre normal olduğunu biraz daha konuşmamız gerek.

Nedir bu sezaryen?

Sezaryenin kelime anlamıyla ilgili pek çok hikâye olsa da,  Latince “kesmek” anlamındaki caedere kelimesinden geldiği genel kabul görüyor.

Sezaryen, kökleri mitolojinin derinliklerinde kaybolmuş, insanlığın en eski ameliyatlarından biridir. Tarihte ilk kez Sümerlere ait kayıtlarda, M.Ö. 2000’li yıllarda karşımıza çıkıyor. Başlarda cansız bedenler üzerinde yapılan sezaryen, çok yüksek mortalite (ölüm) oranı nedeniyle canlı bedeni üzerinde nadiren yapılmıştır. Kayıtlara geçen ilk başarılı olgu, 1500 yılında İsviçre’de Jacop Nufer’e aittir. Kadın bedeninin keşfedilmesi, sanitasyonun sağlanması (gerekli hijyen koşullarının oluşturulması) ve cerrahi tekniklerin gelişmesiyle bugünkü profesyonelliğe ulaşılmıştır.

Sezaryen için pek çok endikasyon olabilir; bu, annenin tıbbi durumu ile ilgili olabileceği gibi bebeğin durumu ile de ilgili olabilir. Burada hepsini  tek tek saymadan şöyle diyebiliriz ki: Hiç bir kadın “ Aman canım sıkıldı, bir sezaryen olayım.” demez, keza bunun uygulayıcısı sağlık emekçileri de böyle düşünmez.

Sezaryen oranlarına baktığımızda 2022’de Türkiye’de sezaryen doğum oranları %60 civarında. Bu oran diğer ülkelerle kıyaslandığında oldukça yüksek.

Peki, nasıl oldu da bu kadar yükseldi bu oranlar?

O zaman şu soruları sormamız gerekiyor: Sezaryen kararını gerektirecek durumlar mı arttı? Anne-bebek gözlemleri mi yetersiz? Gebelik ve fetüs için riskli durumlar genel olarak arttı mı? Bu durumda, hem gebenin hem de bebeğin yaşam koşullarını sorgulamamız ve düşünmemiz gerekir.

Sezaryen oranlarının sağlığın özelleştirilmesine paralel ilerlediğini görüyoruz. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre beklenen sezaryen oranları % 5-15 ve kabul edilebilir sınır %20 iken, Türkiye’de 2002 yılında %21 olan bu oran 2011 yılında %46,6’a çıkarak OECD ülkeleri arasında en yükseğe erişti. Genelde bu oranın beklenenlerden yüksek olması tıbbileştirme bağlamında ele alınabilse de Türkiye’de kısa zaman içerisinde gözlenen bu yükseliş esas olarak kışkırtılmış talebe ve onun oluşturduğu kültüre bağlı gibi görünmektedir1.

Aynı şekilde, kışkırtılmış sağlık talebi de artmış. Bu durumda, sağlığın kâra indirgendiği bir ortamda hangi normallikten bahsedeceğiz? 

Doğumun kendisi biyopsikososyal (biyolojik, psikolojik ve sosyal süreçlerin karmaşık bileşeni) bir durumdur, ister vajinal ister sezaryen olsun. Bu koşulların hepsini aynı havuzda düşünmeden “normal olan budur” diyemeyiz; hele ki bu konunun muhatabı değilsek, hiç  diyemeyiz. Yani buradan erkeklere ve erkek akla bir kez daha diyebiliriz ki; o toksik erkekliğinizle bizim bedenlerimiz hakkında konuşamazsınız, yargılayamazsınız ve karar da veremezsiniz.

Nasıl doğuracağımızı, kaç çocuk doğuracağımızı herkes konuşuyor; fakat doğumhaneleri hiç konuşmuyoruz. Buralarda gerçekleşen vajinal doğumların hangi şartlar altında gerçekleştiğini hiç konuşmuyoruz. Kadınlar doğururken ne hissediyor, ne yaşıyor hiç konuşmuyoruz.

Sezaryenin tercih edilme sebeplerinden biri, vajinal doğuma duyulan korku olarak sayılıyor. Ama bu korkuyu da hiç konuşmuyoruz. Bu şartlar altındaki sağlık uygulayıcılarının doğumhanelerdeki davranışlarını da konuşmalıyız. Bu haliyle doğumhaneleri dönüştürmemiz gerektiği fikrinde ortaklaşabiliriz ve yeni bir yola işaret edebiliriz.

Soğuk, dört duvar arasında, en ağrılı anlardan birini sevdiklerinden izole bir şekilde yaşamak da normal değil. Ya da bunun uygulayıcısı olan sağlık emekçilerinin çalışma koşulları, çalışma saatleri de normal değil, bunu da konuşmalıyız. Aşırı yoğun çalışma temposu, uzun çalışma saatleri yüzünden kadın doğum kliniğinde asistan hekim Rümeysa Şen’i de işte bu konuda konuşmadığımız için trafik kazasında kaybettiğimizi hatırlayalım

Yol uzun ve çetrefilli, biliyoruz. İçerisinde birbirine bağlı ama aynı zamanda kendince özgün riskler barındırıyor fakat yürümemiz lazım. Konuşmamız haykırmamız, anlatmamız, bir araya gelip bizi kazanıma götürecek ortak bir söylemde buluşmamız lazım.

Bedenlerimiz bizim!

Hayatlarımız bizim!

Patriyarkanın inşa ettiği her kuruma ve yapıya yeniden feminist bir bakışla bakmalı ve yeniden kurmalıyız, ancak o zaman başka bir yaşamın mümkün olduğunu görebilir ve bu yaşamı kazanma ihtimalimizi arttırabiliriz.

  1.  https://sdplatform.com/medikalizasyon-tibbilestirme-asiri-teshis-tedavi-ve-kiskirtilmis-saglik-talebi/ ↩︎


EN